Orta Vadeli Plan Mı Lobilere Telif Hakkı Mı?

Tek başına bir iktidarın üçüncü döneminde bulunduğu bir zamanda gelinen nokta itibariyle ekonomiden sorumlu bakanların ayrı alanlarda tedirginlik ve kırılganlıklardan bahsetmesi; bunu yaparken de piyasaları ürkütmeme adına iyimser olmaya çalışmalarını anlayabiliyoruz.

Tek başına bir iktidarın üçüncü döneminde bulunduğu bir zamanda gelinen nokta itibariyle ekonomiden sorumlu bakanların ayrı alanlarda tedirginlik ve kırılganlıklardan bahsetmesi; bunu yaparken de piyasaları ürkütmeme adına iyimser olmaya çalışmalarını anlayabiliyoruz. Bu anlayışımız onları tasvip etme anlamında elbette değil, bilakis onların asıl niyetlerini anladığımız şeklinde.

Hükümet, 5 yıllık Kalkınma Planı’nın 2007’den beri yerine ikame ettiği ‘Orta Vadeli Program’ (OVP) 2014–15–16 yıllarını kapsayan zaman çerisinde, büyüme, cari açık, işsizlik, döviz kuru ve enflasyon gibi ekonomik göstergelerde beklentileri sıralamaktan öte geçmiyor. Daha önceki açıklanan hedefler çoğu kez tutturulamadığı görülmüştü. Bu defa, yeni hedefler yerine aşağı yönlü revize edilmiş beklentileri OVP olarak açıklamak, ülke için daha zor günlerin beklediği, sorunların sürekli ötelemeden kaynaklanan kırılganlıkların olduğu, bunların sürdürülebilir olmasının da bir yere kadar oluşu neticesinde borsaların da ikna edilmesi, sıcak paranın ürkmemesi ve piyasaların da moralinin bozulmaması gerekiyordu. Açıklanan revize rakamlarla öylede yapıldı. Kısaca şunu diyebiliriz orta vadede işler bundan daha iyi olamayacak, riskler artacak.

Dünyada ve iç piyasalardaki olasılıklara bakılarak tahminleri ‘program’ olarak sunmak, başından beri iş aslında sulandırılmış demektir. Çünkü yatırım planı ve kalkınmanın adı bile yok, pardon bakanlığı var. Bu bakanlık sadece dünyaya bakıyor, kendine özgü bir planlama geliştirmeyi önceleyemiyor.

Sadece Para Politikası ile götürülmeye çalışılan ekonomik yapının geldiği durum neticesinde M.B. Başkanı Başçı’nın kaygıları dikkate alınmalıdır. Tüketici kredilerinin aşırı artması ve göstermelik tedbirlerin alınması işin aslını değiştirmediği herkesçe bilinmektedir. Üretim maliyetlerindeki artışların çekirdek enflasyonu sürekli artırıyor olması ile enerji maliyetlerindeki artışın istikrarını ortaya koymakta ki bu artışlar, merkezi hükümetin bütçesindeki en büyük gelir kalemini oluşturmakta ve bundan vazgeçmeye ise hiç niyeti olmayan bir iktidarımız var. Bu iktidarın yaptıklarına sürekli bir tevil getiren, sürekli bir kılıf bulan aydınlarımız olduğu sürece kalıcı bir düzelmenin yerine derinleşen sorunların olduğu görülecektir. Kaldı ki, Bakanlarda derinleşen sorunların farkında ve rakamları da revize ederek açıklamış oldular.

Alt gelir grubu gerçek ihtiyaçları için borçlanmaya giderken, bu borçlanma Kredi Kartları üzerinden yapıldığı görülürken bu borcun 81 milyar liraya yükselmiş olduğu açıklandı. Bu borcun 48 milyar liralık kısmı ise taksitli. 1988 yılında ülkemize giren bu kartları vatandaşa reklam ve tüketim çılgınlığı kültürü ile kullanıma alıştıran çevrelere devletin yaklaşımı alışverişin kayıt altına alınacak beklentisi ile suiistimaller artarak milyonlarca kart mağduru ortaya çıkmış oldu. Kredi kartı olarak adlandırılan kartların ‘kredi kartı’ değil, ödeme aracı olarak kullanılan ‘banka kartı’ olduğu algısı yeniden kazanılmalıdır.

Tasarruf oranlarındaki düşüklüğün neticesinde ‘bireysel emeklilik’ gibi toplumumuza uymayan ancak genç neslin dikkatini çekici sistemlerle tasarruf ne kadar sağlanabilir. Tasarruf yapılabilmesi için belli bir zenginleşme olacak ki kenara ayrılan para ülke içinde ekonomiye geri dönsün. Dışarıdan gelen sıcak paranın verdiği göreceli rahatlama sürdürüldüğü sürece iç tasarruf değil dış tasarruflar desteklenmiş olur.

Gemimiz sürekli su alıyor, uyanık olanlar uyuyanları uyandırmalı. Geminin büyüklüğü bizi rehavete düşürmemeli. Sorunları üretenlerden çare beklemek akıl işi değildir. Üretime dayalı iktisadi dengeyi kuracak, iktidarda kalmak için lobilere telif hakkı ödemek zorunda kalmayan yerlilerin iktidarı kaçınılmaz gözüküyor.