Dünyanın neresinde bir savaş veya çatışma çıkarsa çıksın, yaşanan acının en büyük yükünü her zaman çocuklar, kadınlar ve savunmasız siviller taşıyor. Savaşların gerçek yüzü; yıkılmış evler, kaybedilmiş hayatlar ve geride kalan sessiz çığlıklarla ortaya çıkıyor. Her kurşun, her bomba aslında bir masumun hayatına mal oluyor.
Bu dramatik tablo karşısında insan haklarını ve buna bağlı olarak yaşam hakkını korumak, barışı tesis etmek ve adaleti sağlamak amacıyla kurulduğu iddia edilen uluslararası kuruluşlar ise derin bir sessizlik içinde. Birleşmiş Milletler (BM), NATO ve Avrupa Birliği (AB) gibi yapılar, her kriz anında ya tarafsızlık bahanesine sığınıyor ya da sessizlikleriyle zalimin safında yer alıyor. Daha okul sıralarındayken adını öğrendiğimiz bu kuruluşların insanlık ve adalet için çalıştığını düşündük ama çok geçmeden acı gerçeklerle bunun böyle olmadığını öğrendik.
Bu tutum, yalnızca bir kayıtsızlık değil; apaçık bir ikiyüzlülük ve sistematik bir menfaat politikasının yansımasıdır. Sözde barış için kurulmuş bu yapılar, hiçbir zaman mazlumun yanında olmamış, yalnızca kendi çıkarları doğrultusunda hareket etmişlerdir. Yaşam hakkı ihlal edilirken, hastaneler ve okullar bombalanırken, bebekler ve çocuklar katledilirken bu kuruluşların tepkisizliği aslında gerçek yüzlerini ortaya koymaktadır.
Bugün artık insan hakları kavramı; içi boşaltılmış, sadece uluslararası seminerlerde veya akademik platformlarda gelişigüzel kullanılan, pratikte ise hiçbir karşılığı kalmamış bir söylem haline gelmiştir. Bütün dünyanın gözü önünde yaşanan gerçekler, bu kavramların kağıt üzerinde kaldığını açıkça göstermektedir.
Uluslararası toplumun bu suskunluğu, onların kuruluş amaçlarının insanlık değil, güç ve menfaat üzerine kurulu olduğunu göstermektedir. Her geçen gün adalet biraz daha sessizleşirken, vicdanlar körelmekte, hukuk ise işlevsiz hale getirilmeye çalışılmaktadır. Hukukun gücü değil gücün hukuku uygulanmaya çalışılmaktadır. İnsan var olduğundan beri dünyaya sığamamıştır ve sahip olduğu bir avuç toprağı genişletmek uğruna her çeşit hukuksuzluğu yapmıştır ve kendince bunu meşrulaştırmaya ve yasal zemine oturtmaya çalışmıştır.
Bugün yaşadığımız dünya, belki de insanlık tarihinin en karanlık dönemlerinden birini yaşamaktadır. Çünkü zulüm karşısında susan her yapı, her kurum, her insan; adaletin çöküşüne katkı sağlamaktadır ve hukukun üstünlüğü kavramını arka plana itmektedir. Yapılan haksızlık ve zulümlere karşı sesini çıkarmayan insanlık kendi sonunu hızla hazırlamaktadır. Kaybeden sadece mazlumlar değil, insanlıktır.
Av. Aykut Yavuz
Bursa Barosu İnsan Hakları, Çocuk Hakları, Kadın Hakları Komisyon Üyesi