Elmasın Tarihçesi
Elmasa dair en eski kalıntılar milattan iki bin yıl öncesine kadar uzanır. Başta Hindistan’ta bulunan elmas insanoğlunu sertliğiyle etkilemiştir. Bu sertliği nedeniyle hem delici-kesici bir materyal olarak kullanılmaya başlanmıştır hem de gücün sembolü olarak görülmüştür.
Her toplumda farklı değer ve anlam yüklenmiştir. Romalılar yıldız parçacığı, Yunanlılar ise tanrıların gözyaşı olarak betimler elması. Hintliler tarafından da ölümsüzlükle özdeşleştirildiği için tanrıça heykellerinde sıkça kullanılmıştır.
Elmasın ölümsüzlüğü temsili Hint dünyasında sınırlı kalmamıştır, bir dönem sonsuz hayat arayışında olanlar elmasa rağbet etti. Elmas tüketerek daha güçlü ve ölümsüz olma arzusunda olanlar da oldu. Bu uğurda Prusya kralı Frederic fazla elmas tozu kullandığı için zehirlenerek hayatını kaybetmiştir.
Bundan sonra dönem zehir olarak kullanıldığı da bilinmektedir. Elmasa çok daha farklı bir yaklaşım Fransızlar’dan gelmiştir. Atfedilen değerleri yalnızca Meryem Ana’nın taşıyabileceği düşüncesiyle bir dönem yasaklanmıştır.
Elmasın Avrupa'ya gelişi Büyük İskender vasıtasıyla olduğu düşünülmektedir. O döneme yakın tarihte de “Arthasastra” adlı eserde Sanskritçe olarak elmas ilk defa kaleme alınmıştır. Mücevher olarak kullanımı ise bilinen en eski kayıtlara göre 1074 yılında Macar Kralı 1.Géza’nın ikinci evliliği olan Kraliçe Synadene tacıdır.
Daha önceleri yalın taş olarak değerlendirilen elmas artık ayrı bir kullanım alanı kazanmıştır. 1375’te “the point cut” sivri uçlu kesimle Venedik’te elmas işlendi ve parıltısının arttığı keşfedildi. Soyluların sıkça kullandığı incinin tahtı sallanır olmuştu.
1477’de de Avusturya Arşidükü Maximilian tarafından nişanlısı Mary’ye elmas bezeli nişan yüzüğü verildi. Bu da tarihteki yerini alarak sertliğinden dolayı gücün ve ölümsüzlüğün sembolü olan elmasa aşkın ölümsüzlüğü anlamını yükledi.
Artık aşkının ölümsüz olduğunu anlatmak isteyenler bunu tektaş pırlanta ile sembolleştiriyor.